Bir sabah uyanıyorsunuz ve tüm dünyada yeni bir ekonomik sıçrama yaşanıyor. Üretim biçimleri değişmiş, müşteri deneyimi baştan yazılmış, yöneticiler kararlarını sezgiye değil veriye ve algoritmalara bırakmış. Adına “yapay zekâ” dediğimiz bu dalga artık sadece teknoloji departmanlarının konusu değil; şirketlerin, devletlerin, bireylerin varoluşunu yeniden şekillendiriyor. Peki Türkiye bu yeni çağda nerede duruyor?
Türkiye’nin Yapay Zekâ Karnesi: Rakamlar Ne Diyor?
📊 TÜSİAD ve PwC Türkiye’nin 2024 raporuna göre:
- Şirketlerin %50’si üretken yapay zekâyı pilot düzeyde test ediyor.
- Yalnızca %20’si bu teknolojiyi geniş ölçekte entegre etmiş durumda.
- %16 Ar-Ge aşamasında, %9 stratejik planlamada.
- Şirketlerin sadece %6’sı üretken yapay zekâyı öncelik olarak görmüyor.
- En yaygın kullanım alanı: operasyonel süreçlerde verimlilik (%27).
- Katılımcıların %74’ü, yapay zekânın sektörleri dönüştüreceğine inanıyor.
- %75’i, bu yatırımları iki yıl içinde hayata geçirmeyi planlıyor.
- %45’i, IT bütçesinin %10’undan fazlasını bu alana ayırmayı hedefliyor.
Yani tablo şöyle: İlgi yüksek, testler yapılıyor, ama entegrasyon hâlâ düşük. Sanki herkes sahne arkasında hazırlanıyor ama perde henüz açılmadı.
Giriş Biletimiz Var, Ama Oyunu Takip Edebilecek miyiz?
Türkiye’nin “treni kaçırmadık” açıklamaları iyimser bir çerçeve sunuyor. Ancak bu açıklamaların ardında, temkinli ilerleyen bir sistemin, hukuki boşlukların, sınırlı veri altyapısının ve yapısal bir hazırlık eksikliğinin olduğu da göz ardı edilmemeli.
Yapay zekâ sadece bir yazılım ya da algoritma değil; tam anlamıyla bir kültürel değişimdir. Karar alma biçimimizi, çalışanın rolünü, yöneticinin vizyonunu, müşteriyle ilişkilenme yöntemini baştan aşağı yeniden tanımlar. İşte asıl sınav burada başlıyor.
Neye Yatırım Yapıyoruz: Teknolojiye mi, Alışkanlıklarımıza mı?
Raporun gösterdiği gibi üretken yapay zekâ şu an Türkiye’de daha çok operasyonel verimlilik için kullanılıyor. Bu iyi bir başlangıç gibi görünse de uzun vadede riskli bir strateji. Çünkü bu kullanım şekli, teknolojiyi dönüştürme değil, optimize etme amacıyla sınırlı tutuyor.
Halbuki yapay zekânın gerçek gücü, yeni iş modelleri yaratma, pazarları dönüştürme ve yaratıcı potansiyeli açığa çıkarma kapasitesinde yatıyor. Yani sadece daha hızlı değil, daha farklı düşünmek gerekiyor. Bu da kültürel, hukuki ve stratejik değişimi zorunlu kılıyor.
Yol Haritamız Var mı? Henüz Çizilmedi.
Yapay zekâya yönelik kamu politikaları, teşvik sistemleri, etik çerçeveler ve eğitim reformları henüz bütüncül bir stratejiyle şekillendirilmiş değil. Hukuki altyapı zayıf, veri paylaşım kültürü sınırlı, insan kaynağı yetersiz. Bir başka deyişle, yol haritası olmadan pusula ile yön bulmaya çalışıyoruz.
Geleceğe Dair Notlar
- Türkiye, yapay zekâda geç değil, ama hazır da değil.
- Potansiyeli var ama bu potansiyel sistematik yatırıma ve kararlılığa muhtaç.
- Gerçek rekabet ABD ya da Çin değil; Polonya, Meksika, Romanya gibi üretim odaklı ülkeler.
- Uzun vadeli rekabet avantajı sadece teknolojiye değil, insana yapılan yatırımla mümkün.
Son Söz: Dalgayı İzlemek mi, Üzerine Binmek mi?
Yapay zekâ artık bir seçenek değil, zorunluluk. Türkiye’nin bu alanda aktif rol alması, sadece birkaç teknoloji şirketinin değil, devletin, akademinin ve iş dünyasının birlikte kuracağı bir ekosistemle mümkün.
Ve unutmayalım, bu dönüşümde hız önemli ama yön daha da önemli. Hızla hareket etmek, yönsüz kalındığında sadece savrulmak demektir.
